Vücut Enerjim Düşmekte. Reflekslerim Zayıflıyor. Uyku Hali Sıklaştı


Belediye'nin "Barınma Evi"ne başvuru konusunda ikilemdeyim. Tüm yalnızlığımın verdiği çözümsüzlük beni oraya yönlendirirken, orada nasıl bir ortamda nasıl kişilerle bir arada olabileceğim konusundaki endişelerim beni geri çekiyor. Emin olamıyorum. Gitmek istedimse de bugün, cesaret edip gidemedim o adrese.

ÇARŞAMBA... (OTOGARDA 2. GECE)...

Saat 01.30... 
Her 30 dakikada bir hareket saati gelmiş otobüsler için yapılan otogar uyarı anonsu ve çay satıcısının ısrarlı sesi, yoğunlaşmış düşüncelerimle aramdaki bağlantıyı bölerken, diğer yandan yolcuların küçük telaşlar içerisindeki koşuşturmaları da dikkatimi bu yöne  çekiyor. 

Beş saattir aynı yerde oturuyorum. Son 10 saattir bir şey yemedim. Sadece az az su içtim. Dışarıya göre burada fiyatlar daha yüksek. Zorda kalmadıkça harcama yapmamaya direniyorum. Açlık çekilir gibi değil. İki haftadır çantamda duran kraker bu gün içinmiş meğer!..


Koltukların konforu uzun süre oturmalara göre düzenlenmediği için, bu kadar çok oturmak aşırı rahatsız ediyor.

Arada bir kalkıp yürümek iyi gelebilir. Fakat enerjimi de harcamak istemiyorum. Öte yandan aynı yerde saatlerce oturmanın bir diğer rahatsız edici yanı; artık yolcu olmadığımın da netleşmesi anlamına geliyor. Kameralar, büfeciler, çay ve yastık satıcıları, temizlikçiler, güvenlikçiler.. Kısaca orada sürekli bulunanlar açısından dikkat çekici hale geldiğimi düşünerek ayrıca huzursuz oluyorum.

Bu siyah kedi
bulunduğum yerde biraz dolaşıp, sonra gözden kayboluyor.
İnsanlarla mesafesini koruyor. Biraz da ürkek. Hemen kaçıyor.

(Foto. Muammer KOTBAŞ)

Bu 5 saat içinde iki kez tuvalete gittim. İlk harcamam 20 TL olmuş oldu. 

Telefonla bana ulaşabilecek tüm yakınlarımın numaralarını engelledim. Karikatürcü dostum Fahri (EYİCAN) dışında hiç kimse nerede olduğumu, geceyi nerede geçireceğimi bilmiyor.
Otogarda Belediyenin ücretsiz wi-fi bağlantısını kullanarak internet erişimi sağlıyorum.. 

Ne kadar istemesem de şarjım daha fazla dayanamayınca telefonum kapanma eşiğine geliyor. Büfe önlerindeki şarj cihazlarını da kullanmak istemiyorum. 4 TL madeni para ile çalışıyor. Bazıları bozuk. Madeni para bulma sorunu da var. Uğraşmak istemeyip farklı çözümler arıyorum. 

AŞTİ otogar koridoru.. Saat sabaha karşı 03.23..
İnsan sayısı azalınca, hareketlilik de pek yaşanmıyor.
Uykunun en sevildiği saatler çünkü..
(Foto: Muammer KOTBAŞ)


Saat 02.30...
Çevre oldukça sakin. Son birkaç otobüs de gitti. Peronlar bomboş. Telefonumun şarjı artık bitmek üzere.. Bir yolcu ile bir satıcının konuşmasından öğrendim ki, salon dışında peronların belli yerlerinde, seyyar arabalı çay satıcılarının kullanımı için çekilmiş prizler bulunuyor. Satıcı, yolcuya telefonunu orada şarj edebileceğini söylüyor.

Geceleri Ankara'da havalar soğumaya başladı artık. Otogarın içi de sıcak sayılmaz. Karşılıklı otomatik kapılar çok sık açılıp kapanıyor, İçerisi ısınmıyor. Bir de sürekli hareketsiz oturmaktan vücut üşümeyi daha çok hissediyor. 

Saat 03.30...
Dışarıdaki sözü edilen prizlerden birini buldum ve telefonumu %68 şarj yapabildim.. Sabaha karşı artan soğukta daha fazla durulacak gibi değil. 
Üçüncü kez yer değiştirip başka bir yerde oturuyorum.. Bu belirsizlik çok can sıkıcı. Zaman zaman gözlem yapmaktan sıyrılıp, çözüme dönük düşünce üretmeye çalışıyorum. Herkesten kaçtığım için bir sığınacak yer arayışı bana, "Erkek sığınma evi yok mudur acaba?" sorusunu sordurttu. Burada aç-susuz ve soğuktan üşümektense...

"Barınma Evi" gündemimin merkezi noktası Ulus'ta Atatürk anıtı
önünde umuda bakış.. 


İnternette kısa bir araştırma sonrasında Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin iki semtte "Barınma evi" olduğunu gördüm. Genişçe yazılmış ayrıntıları okumak zaman alacaktı. Telefonumun şarjını kontrollü kullanmalıydım. O nedenle yeterince bilgi alamadım.

Saat 04.30...
Dördüncü kez yer değiştiriyorum. Bu koltukta da yaklaşık 5 saat uyumaya çalışırım... Oturduğum yerlerden salonda yüksekte duran saatlerden birini görebileceğim şekilde yer seçmeye de dikkat ediyorum. Malum telefon şarjı tasarrufu.
Duvara yakın olan koltuklarda yaslanmış uyuyanlar var. Bazıları ayakkabılarını çıkarmış koltuklar üzerine uzanmış. 


Saat 09.30... 
Güneşin sıcaklığını hissedebileceğim uygun bir başka koltuğa geçtim. Bu beşinci yer değiştirişim. Saat 13.00e kadar uyumaya ve ısınmaya çalıştım. Sabaha kadar oturmak ve uyuyamamak oldukça zor tabi.. 

AŞTİ'nin içinde güvercinler de var. Onlar da yere inerek bir anlamda sabah kahvaltısı yapmaya çalışıyorlar. Benim yakınıma geldiklerinde kalan krakerimden parçalar atıyorum onlara.

Yandaki börek satıcısı gayet enerjik ve neşeli biri... Müşterileri de gelmeye başladı.. Vitrine yerleştirdiği börekler ve pastaları ile kaynayan çayı, sabah kahvaltısı için yeterince iştah açıcı.. İnsanın canı istiyor, ama ben masraftan kaçınmak için sadece seyrediyorum.. 

Otogarın güvercinlerinden..
O soğuk günlerde barınabilecekleri yer olarak 
keşfetmişler ve sabah günün ilk ışıklarıyla
beslenme çabasındalar. Üstelik yine terk etmeyip
salonun beton zemininde ne bulurlarsa..

Küçük pet şişemden bir yudum su içerek uzun saatlerdir süren açlığımı yatıştırmaya çalışıyorum. En son yediğim yemeğin üzerinden 22 saat geçmiş.. Suyum da çok az olduğundan yudum yudum tüketiyorum.. Hem ekonomik kriz hem de otogarda yeme içmenin dışarıya göre daha pahalı olması, harcama ve hareket çemberimi daraltıyor.. Sadece tuvalet fiyatları dışarısı ile eşitti.

Saat 13.00...
Gündüz saatlerinin iyi yanı, herhangi bir yerde sosyal yaşamın içinde olabiliyor insan, Karışıp gidebiliyorsun yaşamın akışına. Bunu değerlendirmek için şehir merkezine gidebilirdim. Hem de aynı mekanda sürekli kalmaya ara vermiş olurdum. Ara vermek deyince; anladım ki bugün de gidecek yerim yok, akşam tekrar aynı yere dönecektim. Ulaşım için 50TL.lik kart dolumu yaptım.

Saat 14.00....
Şehir merkezinde daha önce de gidip oturduğum kafeye gittim doğruca. 2 poğaça 1 ayran ile kahvaltımı yaptım. Akşam atıştırmalığı için de 2 poğaçayı paket yaptırdım. Toplam 113 TL verdim. Caddede gelip geçen yoğun kalabalığı seyrettim.


Saat 16.00...
Kahvaltı sonrası iki saattir oturuyorum kafede. Hava soğuk. Giysilerim etkisiz kalmaya başladı. Kafenin ısıtaçları açık, ısındım biraz.

Belediye'nin "Barınma Evi"ne başvuru konusunda ikilemdeyim. Tüm yalnızlığımın verdiği çözümsüzlük beni oraya yönlendirirken, orada nasıl bir ortamda hangi yapıda kişilerle bir arada olabileceğim konusundaki endişelerim beni geri çekiyor. Emin olamıyorum. Gitmek istedimse de bugün, cesaret edip gidemedim o adrese.

Kalktım, caddeye çıktım. Biraz yürümek iyi olur.
Dolaşırken, kalabalık arasında yürürken, yaklaşık 1,5 metre önümde iyi giyimli, elinde çantası olan bir adam yere eğilip aldığı paraya baktı, duraksamadan cebine koyarak hızlı adımlarla yürüyüp, gözden kayboldu. Katlanmış olan para en büyük banknot olan 200TL idi. Bir an için 'Ne şanslı adam!' diye düşündüm. Bu durumumda ben bulmuş olsam o parayı aynı hareketi yapar mıydım acaba?  Aslında, kimin düşürdüğü görülmediği için sanırım herkes aynı davranışı sergilerdi o kalabalık içinde..

İki saatlik bir yürüyüş gerçekleştirdim şehir çeperinde. 

Kaldırım kenarında yaşlı bir teyze soğuktan üşümüş halde tablasındaki kağıt mendil paketlerini satmaya çalışıyor. O'nun durumuna da üzülüp, bir adet alıyorum 15TL.ye. Teşekkür ediyor. Ben kısmen iç rahatlığı ile meçhule yürümeye devam ediyorum.

Akşam için bir marketten 72,50TL tutarında bisküvi, ayran, gofret alışverişi yaptım.

Saat 18.15...
Otogara dönme vakti.. Gitmeden önce, belediye kooperatifine ait satış yerinden de 5TL'ye su alıyorum. Otogarda 15TL. 

Bir sonraki gün ne yapacağımı bilmeden geçireceğim ikinci geceye hazırlanıyorum otogarda. Bir yer bulup, oturup, yine gelip geçenlerle ilgili gözlem yapıyor ve notlar alıyorum.. 
Koreli iki kız, bir küçük Türk kızını kucakladılar, sevgilerini sunuyorlar güleç yüzleriyle..
Bir beyaz kedi (otogarda yaşıyor) bir köşe buldu ve kakasını oraya yaptıktan sonra, sanki topraktaymışçasına beton üzerinde dışkısını kapatmaya çalıştı. Kapatmış gibi içgüdüsel ritüelini tamamladı, ardından bir alt kata indi. 

Saat: 19.48...
Çok masraflı olacağı için doğru dürüst bir yemek yiyemiyorum. Hafif atıştırmalıklarla geçiştiriyorum. Bir de az az su. Vücut enerjim düşmekte. Reflekslerim zayıflıyor. Uyku hali sıklaştı. Sürekli oturmak daha da yoruyor. Oturgaçlarımda uyuşmalar ve ağrılar hissediyorum.
O kadar sıkıcı bir durum ki, yarın ve sonrası için ne olacağı belirsiz. İnsanlar yaşamın bu sıkıcı durumundan kurtulmak, böylesi sıkıcılığı hissetmemek için birçok uğraş edinmiş. Oysa zaman her durumda da aynı şekilde akıp gidiyor.


Saat 20.30... 
Salonda bir tartışma çıktı. Biraz büyüdü. Özel güvenlik elemanları müdahale ederek 2 kişiyi alıp götürdüler.
Telefonum neredeyse gün boyu kapalıydı. Şarjı kırmızıda, son nefesinde!..

Saat 21.30... 
Telefonumu açıp kalan şarjı da bitirdim ve kapandı. Gündemden ve gelişmelerden habersizim. O kısacık sürede öğrenebildiğim kadarıyla Ankara Kahramankazan'da TUSAŞ'a terör saldırısı olmuş. 5 ölü 19 yaralı haberi vardı.

Saat 22.35...
Dört saat önce gördüğüm Güney Koreli iki kız, erkek arkadaşları ile 5 kişilik grup olarak bana yakın, yan koltukların olduğu yere geliyorlar. Hepsi de 20'li yaşlarda fakat çok olgun ve bilinçli hareket ediyorlar. Çok rahatlar. Bazıları yere oturuyor. Dikkatimi çekiyor.. Telefonlarıyla ilgilenirken, birbirleriyle de konuşuyorlar arada bir. Karşılarındaki koltukta kitap okuyan yaşlı bir adam, onların su şişesini göstererek "İçebilir miyim?" diye soruyor İngilizce.. Sağ avucunda ilacı var. Gençlerden biri içebileceğini belirtiyor. Adam ilacını içtikten sonra İngilizce ve Türkçe olarak teşekkür ediyor..

Sonrasında önce İngilizce birkaç soru soruyor adam, konuşuyorlar. Nereli olduklarını sorunca "Korea" yanıtına karşılık "Kuzey mi, Güney mi?" diye de öylesine soruyor. Çocuklar da gülümseyerek "Güney Kore" yanıtını veriyor. Aslında yanıtı bilinen öylesine bir soru olduğundan, her iki taraf da bunun farkındaydı.

Grup lideri pozisyonundaki genç erkek hiç tahmin etmediğim şekilde 'hastalığınız mı var?' anlamında Türkçe soruyor: "Hasta mısınız?".. 

AŞTİ otogarda gece.. (Ankara)
(Foto: Muammer KOTBAŞ)

Bunun üzerine yaşlı adam da Türkçe devam ediyor konuşmasına: "Yok! Damar tıkanıklığı olmasın diye içmem gerekiyor!".

Karşılıklı Türkçe sohbetleri bir süre daha sürüyor. Grup lideri arada bir arkadaşlarına konuşmaların çevirisini yapıyor. 

Bir an birbirlerine yaklaştılar. Bir maç öncesi takım arkadaşlarının bir araya gelip kafa kafaya verir şekilde yakınlaşması gibi. Bu kısa konuşma ardından 1'i kız 4 genç, yere oturup yaşlı adamın iki elini 2'şerli olarak tuttular. Hep birlikte gözlerini kapayarak başlarını öne eğdiler. Yaşlı adam da ortama uyarak, onlar gibi yaptı.

Tıpkı küçük bir dinsel ayın, bir inanışın ritüeli ya da bir transandantal meditasyon gibiydi yaptıkları. Üç-dört dakika hafif sesle trans halinde mırıldanarak beklediler.. Pozitif bir şifa enerjisi aktarımı sayılabilirdi.

Sonra "geçmiş olsun!" anlamında esenlik dilediler. Adam tekrar teşekkür etti. 
Birbirlerine seyahatlerinin nereye olduğunu sordular. Yaşlı adam bir yakının cenazesi için Diyarbakır'a, gençler de İstanbul'a gideceklerini söylüyorlar

Saat 23.38....
Bu genç Güney Koreliler giderlerken yerde çöp adına hiçbir şey bırakmayıp topladılar ve çöp kutusuna attılar, öyle gittiler otobüslerinin hareket edeceği perona.

(Çarşamba gününün toplam harcaması: 285.75 TL)
(Bugünkü özlü sözüm: "Küçük şanslar varsa, büyük şanslar da vardır.")

3. BÖLÜM - OTOGARDA 3. GECE:
"Hangi Yolcuya Diyebilirim Ki, "Gitmeyin, Yalnız Bırakmayın Beni!"


- 4. Bölüm >
- 5. Bölüm >

Bu Sitede yayımlanan yazı ve görsellerin fikri sorumluluğu eser sahiplerine aittir
 Bu içerik Kotbas Art Colors tarafından derlenmiştir.
Daha yeni Daha eski