Hangi Yolcuya Diyebilirim Ki, "Gitmeyin, Yalnız Bırakmayın Beni!


Ulus çarşılarından uzaklaşırken, aşağıya inişte, dik ve kararlı yürüyordum. O esnada, yukarı gelen giyiminden yoksul olduğu anlaşılan aynı ciddiyette bir genç, gözlerimin içine bakarak asker selamı vererek selamladı beni. Bir komutan edasıyla selamını aldım. Gözlerine bakarak, başımla selamladım O'nu. Güzel bir andı.. Çok mutlu oldum. 

PERŞEMBE... (OTOGARDA 3. GECE)...

Saat gece 12'yi geçti..
Bu iki gecenin en güzel yanı, 4 numaralı kitapçı dükkanıydı. Kitaplar koridora dönük raflarda. Geçerken alıp inceleyebiliyorsun.. İşte kitapçının  astığı levhalardan birkaçı: 
"Rahat rahat bakabilirsiniz.. Kitaplar 100TL", 
"Kitaplarımız orijinal ve sıfırdır.", 
"50 ve 60 TL olan raflar da var.". 

Kitapçı dükkan sahibi de içerde bir köşede kitap okuyor. Dışarıdan ilk bakışta gözükmüyor. Kısacası satış anlamında kitaplarla alıcıyı baş başa bırakmış. Sabaha karşı uyku için dükkandan çıkıp gitse de, dükkanı olduğu gibi bırakıp gidiyor. kepenk kapatmıyor yani. Belirli bir saatten sonra bir süre dinlenmek üzere dükkanını kapatanlar ise kepenklerini de kapatıyorlar.


Saat 02.00...
Soğuk olmayan bir yer bulup uyumaya çalışacağım. Yine benim gibi burada geceyi geçirmek durumunda olanları fark ediyorum. Kimileri çoktan bir koltukta büzülmüş üşümemeye, uyumaya çalışıyor. Telefonumun şarjı bitmek üzere. Peronların tamamen sakinleşmesini biraz daha bekleyip, saat 03.00'de dışarı çıkıp telefonumu dün geceki gibi aynı prizden dolum işlemine koyuldum. Daha 15 dakika olmamıştı ki, çay satıcısı  arabasıyla oraya yerine geldi. Prizi kullandığımı gördü. Önce bir şey söylemedi. "Prizi kullanacaksan çıkarayım telefonu!" dediğimde, kullanmayacağını söyleyip, yolcuların kullanmasının yasak olduğunu özellikle belirtti. Öyle söyleyince; "Tamam! Az daha dolsun çıkarayım." dedim ve öyle yaptım. Zaten güvenlik kameraları da var. Uymam gereken bir kuralı yok sayamazdım. Satıcıya "İyi geceler!" deyip içeri uyumaya geçtim.

Saat 02.34..
Peronlar boş. Bu saatlerde servis yok. Her gece olduğu gibi,
az sonra temizlik görevlileri gelerek bütün peronları deterjanlı suyla tertemiz yapacak. 
Peronlar, günün ilk ışıklarında başlayacak olan yeni seferlerin yolcularının
hizmetine sunulmuş olacak. 

(Foto: Muammer KOTBAŞ)


Saat 06.00...
Bu saate kadar bir sağ yanıma bir sol yanıma dönerek oturduğum yerde uykuya dalmaya çalıştım. Ne tam uykuya geçilebiliyorum ne de üşüyen ayaklarım ısınıyor.

Saat 07.15... 
Yeniden yer değiştirip, güneş alan pencere kenarında bir koltuk bulup orada 3 saat daha uyumaya devam ediyorum.

Saat 10.50... 
Şehir merkezine geçmem gerek. 38 saattir telefonum kapalı. Orada bir yerde şarj etmeliyim. Kendimi öylesine bir yalnızlığa yönelttim ki, böylesini ben de beklemiyordum. İntiharın bir başka türü sayılabilirdi bu. Girdiğim bu kısır döngü yine beni "Barınma Evi" hakkında bilgi alıp, başvuru yapmama yönlendiriyor.

AŞTİ'de yürüme zorluğu çeken 5-6 kişi gördüm. Evsizlere benziyorlar. Şimdi biri elindeki poşetine bir şeyler koymak isterken yere düşürdü. Eğilip alamıyor, sallanıp duruyor. Bir Teyze koştu yardımına.. Adam bu kez ayakta duramadı, yere düştü, kaldırdılar.

Saat 10.55.. 
Şehir merkezine geçiyorum. Üst geçit üzerinde şirin bir cafe. Daha önce kardeşimle oralarda gezerken O'na gösterip; "Bak çay 15TL. Bu civarda en ucuzu. Müşteri çekmek için mecburen daha ucuz yapmış." dediğim yer.

Telefonumu şarj ettiğim , çayı ucuz çayevindeyim.. 
Biraz yüksekten insanları izlemek, düşünceler yumağında kaybolmak
ve sonunda 'belirsizlik' yükünün altında ezilmekten kaçınamamak...
.

Doğruca oraya çıktım. "Telefonumu şarj edip edebileceğim priz var mı?" diye sordum. "Var tabi" dedi, servis yapan orta yaşlı adam. Ve bana tenteli balkonda prizi olan bir masa gösterdi. Karışık bir tost ile çayımı yudumlarken, telefonumu şarj ettim ve internet haberlerine, gelişmelere baktım.

Saat 12.30.... 
Karikatürcü dostum Fahri EYİCAN aradı. Dün de aramış, telefonum kapalı olduğu için ulaşamadı. Eşinin rahatsızlığı artmış. Hastane ve tedavi koşuşturmalarının devam ettiğini söyledi. Bu zor anlarımda katkıda bulunmayı önerdi bana. Düşünmesinin yeterli olduğunu söyleyip, teşekkür ettim.. Bir an önce sağlıklı karar almamı ve bu durumumu sonlandırmamı da ısrarla vurguladı. Bundan kendisinin de mutlu olacağını belirtti. Ben hala kararsızım!..

Saat 14.51.... 
Ben ki 1 dakika dahi boş duramayan biriyim, şimdi 2,5 gündür hiçbir şey yap(a)madan bomboş durmaktan o kadar sıkıldım ki,.. Ne yazıp-çizebiliyor ne de espri düşünebiliyorum. 


Saat 14.55...
Karar verdim, Belediye'nin Ulus'daki "Barınma Evi"ni bulup, kabul edilmem konusunu görüşeceğim. Google Earth'den ilgili sokağı buldum. O tarife göre yola koyuldum. 

Yürüdüğüm cadde trafiği çok yoğun. Araçlar hızlı ve gürültülü geçiyor. TRT Ankara Radyosu binasını biraz geçince, duvarın dibinde yere oturmuş bir adam, sazı ile türkü söylüyor. Aşırı araç gürültüsünden sözleri pek anlaşılmıyor. Para veren de çok az gibi.

Ulus'a vardığımda; önümden, yüzük tablasını tekerlekli arabasıyla süren bir adam ve yanında bir kadın. Bir erkek müşteri, ki boğazı kolye varmış gibi dövmesiyle dikkat çeken biri. Yüzük fiyatı soruyor fakat pahalı gelmiş olacak ki beğenmeyip yoluna gidiyor. Kadın gülerek ama sinirlenmiş olarak ve bana bakarak "Adama bak ya, manyak mıdır nedir! Boğazına kolye dövmesi yaptırmış. Ne tuhaf insanlar var yaa!.." Gülümsedim geçtim.

30 dakika sonra aradığım sokağı ve binayı buldum. Kapılar, pencereler kapalı. Ve camlar epey bir süredir silinmemiş, tozlu gözüküyor. Hiçbir hareket yok. İnternet üzerinden başvuru yapmak isteğimde de işlem gerçekleşmemişti. Sanıyorum en soğuk günlerde faaliyette oluyor. Ankara'da özellikle Aralık ve Ocak ayları, sokakta kalan, evsizler için donma tehlikesinin yaşanabileceği aylar. 

"Barınma Evi" gündemimin merkezi noktası,
 Ulus'ta Atatürk anıtı önünde umuda bakış.. 

Ayrıldım oradan. Ulus çarşısına geçtim. Annemle birlikte gezdiğimiz günleri anımsayarak duygulanıp ağlamaklı bir halde yürürken, bir sığınmacının sesi siliyor duygusallığımı. Baharatçılar çarşısında yürüyorum çeşitli baharat kokuları arasında..

Ulus çarşılarından uzaklaşırken, aşağıya inişte, dik ve kararlı yürüyordum. O esnada, yukarı gelen giyiminden yoksul olduğu anlaşılan aynı ciddiyette bir genç, gözlerimin içine bakarak asker selamı vererek selamladı beni. Bir komutan edasıyla selamını aldım. Gözlerine bakarak, başımla selamladım O'nu. Güzel bir andı.. Çok mutlu oldum. 
Gezerek şehir merkezine.

Saat 17.00..
Dün gittiğim kafede yine ayran-sandviç atıştırıyor, 1 saat kadar dinleniyorum. Sonrasında şehirde biraz gezinti. Saat 18.00 / 19.30 arasında bu defa akşam gezintisi yapıyorum. İlk gece otogarda dikkatimi çeken ve farklı imajıyla kendine özgü olan bir genci, buralarda görüyorum. Sanki bir tanıdığımı görmüş gibi heyecanlanıyorum. 

Saat 19.30...
Artık dönüş saati. Geceleyeceğim üçüncü gece için AŞTİ'ye. 

Saat 19.50... 
Otogardayım. Diğer akşamlarda olduğu üzere bir yolcu gibi omuz çantamı X-RAY cihazından geçirip giden yolcu salonuna çıkıyorum. Bir gece daha burada oturarak ve uykumu alamadan sabahlayacak olmanın can sıkıntısı ile "Bütün bunlar rüya olsa!" diyorum. Birden; kartopu nedeniyle  bıçaklanarak öldürülen gazeteci Nuh KÖKLÜ düşüyor aklıma.. ve son sözleri: "Ne olur bu bir rüya olsun!.."

Bir yer bulup oturduktan 15dk. sonra WhatsApp'ı açmak istedim. Başka bir şehirdeki yeğenimin numarasını engellemeyi unutmuşum. O'ndan bir mesaj geldiğini gördüm. Ev konusunun halledildiğini yazmış. Bir anlamda artık 'evine dön, kayıp olarak dolaşma!' anlamındaydı. Mesaj dün gönderilmişti. Okudum fakat O'nu da engelledim.


'Biraz kitap okuyayım' diyerek açıyorum kitabımı ve günün özlü sözümü söylüyorum:  "Her yer kütüphanedir!..

Geceyi geçirmek üzere otogara geldiğim Salı, Çarşamba ve bugün Perşembe. Yani 3. kez, o ilk saatlerde her şey güzel geliyor. İyi hissediyorum. Çünkü, can sıkıcı düşüncelerden uzaklaşmamı sağlayan çok canlı, hareketli, kalabalık bir ortamı var... Gelenler, gidenler, beklerken çeşitli aktivitelerde bulunanlar.. Kısacası hareket yoğunluğu fazla. 

Ancak, ne zaman ki saatler gece yarısına doğru yol alırken, azalıyor insan sayısı. Dağılıyorlar Anadolu'nun her yanına.. Yalnızlığım daha çok çıkıyor öne. Bir yere gidecekmiş gibi saatleri geçirip, kimse kalmadığında hiçbir yere gidememek, orada sabahlayacak olmak çok acıtıyor insanın içini. 

İlkokul öncesi çocukluğumda, evimizin önünden uzaklaşmama izin vermezdi ailem. Mahalleden çocuklar gelirdi, çok sevinirdim. Oyunlar oynardık birlikte. 
Fakat bir süre sonra gitmek için ayrıldıklarında arkalarından "Gitmeyin!" diye ağlayarak seslendiğimi hiç unutmuyorum. Otogardaki hangi yolcuya diyebilirim ki, "Gitmeyin, yalnız bırakmayın beni!"

Ve ben tıpkı çocukluğumda olduğu gibi yine yalnız kalıyorum, bu kez otogarda. Bir farkla.. Burada benim gibi geceleyen-sabahlayan epeyce sayıda kişi var.

YARIN 4. BÖLÜM - OTOGARDA 4. GECE
"Herkes Gitmek İçin Geliyor"



Bu Sitede yayımlanan yazı ve görsellerin fikri sorumluluğu eser sahiplerine aittir
 Bu içerik Kotbas Art Colors tarafından derlenmiştir.
Daha yeni Daha eski