Semtimiz, nüfus yoğunluğu açısından şehrin en kalabalık iki semtinden biri olmasına rağmen, sakindi (cittaslow) ve genel anlamda, güvenliğe aykırı bir durum yoktu. O azınlıktaki arabesk yoğunluklu kişiler, yaptıklarıyla kaos yaratmanın aksine fıkra kahramanları gibiydiler.
Her birinden fıkralara konu olabilecek doneler fışkırıyordu. Böylece bu tip olaylardan gerilmek yerine oldukça da eğlenebiliyorduk. Her olumsuz olay kısa sürede kapatılıyor, unutuluyordu.
(Pazar Notları - 11. Bölüm)
İnançlıların kendilerini huzurlu hissedebileceği bir 30 güne girilmişken, Bugünkü Pazar yazısı da Ramazanlık olsun.
Yine bir anı ile başlangıç yapayım.
Söz edeceğim yılların kısa ve genel bir anatomisini çıkarayım önce.
1970'lerin ikinci yarısı..
1980 askeri darbesine giden sürecin sosyal yaşamda yoğunluğunun ve dozunun artmaya başladığı yıllar. Evimize, tek kanallı, sınırlı saatlerde yayın yapan ve siyah-beyaz olan ilk televizyonun girmesinin üzerinden henüz 3-4 yıl geçmiş. Internet, cep telefonunun olmayışını söylememe gerek yok. Sabit telefona sahip olan hane sayısı da parmakla sayılacak kadar az.
Ülke ekonomisi çok iyi olmasa da, alım gücü oldukça iyi düzeyde. Kimseden 'geçim derdi' yakınması duymuyoruz. Yaşadığımız mahallede her türden insan var ancak herkes tek bir noktada buluşup, yaşamı yakalamış. Örneğin şunları hiç duymazdık: Aile içi şiddet, kadına şiddet, cinsel taciz, çocukları taciz, park yeri kavgası, yol vermedin cinayeti, hırsızlık vb.. Belki bazıları az da olsa yaşanıyordu, fakat biz duymuyorduk ya da gündemi meşgul etmiyordu. Duyduklarımız daha çok, alkol alıp ufak tefek pürüzler çıkaranlardı. Malum o yıllar Orhan GENCEBAY, Ferdi TAYFUR arabesk taraftarlığı popülerdi.
Bu iki popüler ismin şarkıları eşliğinde alkol alarak kendilerini pasifize edenler, haliyle kopma noktasına geldikleri sosyal yaşamdan intikam alırcasına saldırganlaşabiliyorlardı. Söylediğim gibi bunun sayısı / oranı oldukça azdı.
Cittaslow semt..
Semtimiz, nüfus yoğunluğu açısından şehrin en kalabalık iki semtinden biri olmasına rağmen, sakindi (cittaslow) ve genel anlamda, güvenliğe aykırı bir durum yoktu. O azınlıktaki arabesk yoğunluklu kişiler, yaptıklarıyla kaos yaratmanın aksine fıkra kahramanları gibiydiler. Her birinden fıkralara konu olabilecek doneler fışkırıyordu. Böylece bu tip olaylardan gerilmek yerine oldukça da eğlenebiliyorduk. Her olumsuz olay kısa sürede kapatılıyor, unutuluyordu.
Anarşi yılları, huzursuzluk anlamında bize yansımıyordu. Şehrin birçok yerinde olaylar, kavgalar, silahlar, yol kesmeler kendini gösterse de mahalle içinde bunu hissetmiyorduk.
Yüz yüze diyalog..
Gelelim ramazan ayına ve şimdilerde formatını değiştirmiş olan davul meselesine..
O yılların ramazan akşamlarında tek eğlencemiz; mahalle içindeki anayol üzerinde tek katlı, çatılı, kapı önünde 3 küçük basamağı olan, arkadaşımızın evinin bu merdivenlerinde toplanıp sohbet etmekti. Yani bildiğiniz birbirimizle konuşurduk (günümüz dijital dünyasına bir gönderme!).. Yüz yüze diyalog.. Konuşacak ne çok şey bulurmuşuz!..
Evlerimiz yakın olduğundan sahur sonuna kadar sokakta vakit geçirirdik. Gündüz ya şehre turlamaya gider ya da mahallede kalarak yapacak bir şeyler bulurduk. Bazen de oyun oynatmasa da açık olan kahvehane içinde, önünde toplanır laflardık.
Mahallede oruçlu olan da olmayan da vardı. Kimse kimsenin bu durumunu sorun haline getirmezdi.
Stratejik davulcu güzergahı..
Yine bir ramazan ayının yaklaştığı günlerdi (sanıyorum 1978).. Bu kez, sahurda davul çalma fikri oluştu arkadaşlar arasında. Trabzonspor'un maçlarında çaldığımız bir davulumuz da vardı. Üç arkadaş hemen karar verdik. Hangi sokakları dolaşacağımızı, kroki çizerek belirledik. (Çizmekten söz edince; yeri geldiği için değineyim.
İlk karikatürümün basında yayımlandığı yıl 1981..
O tarihe kadar çizgiyle yoğun olarak iç içeydim. Çizgi işi olunca ben devreye giriyordum mahallede.)
Çizdiğimiz kroki üzerinde tüm olasılıkları değerlendirdik. Stratejik bu yaklaşımımızı; söz konusu güzergahı boş bir anımızda bizzat yürüyüp süresini hesaplayarak taçlandırdık..
Matematiksel hesaplamalar..
Süre çok önemliydi. Çok ara sokak dolaşabilirdik, fakat fazla zaman alacaktı ve bu durum en son davulu çalacağımız sokaktakiler için dezavantaj olacaktı. Sahur vaktinin başlangıç saatinde biz de çalmaya başlayarak yola çıktığımızda toplam süre 45 dakikayı buluyordu.
Hesaplamalarımızı yaptık ve ramazan ayı süresince uygulamaya başladık.
Zamanı daha iyi kullanmak adına başlangıçtaki yerimizden 15 dakika erken çalmaya başlayarak yola koyuluyorduk. Birimiz davulu çalıyor, ikinci kişi, bir sopaya takılı ulusal bayrağımızı taşıyarak bir kaç adım önde törensel bir yürüyüş gerçekleştiriyorduk. Bir kostümümüz yoktu ama davulcu arkadaşımızın manileri vardı..
Davul nasıl çalınır..
30 gece boyunca aksatmadığımız bir "davul çalma ritüelimiz" vardı.. Kısa sürede çok kişiyi uyandırmamız gerektiğinden yürüyüşümüz oldukça seriydi..
Tokmağı; belirli bir ritimle çok kısa (güm-bede / güm-bede / güm) vurup ardından bir adet mani seslendirerek çalmaya oldukça uzun es vererek yürümeyi sürdürürdük. Çünkü zaten mahalle içindeyiz ve ses gecenin o saatinde daha etkili. Belli bir yarı çapımızda bu sesin duyulmaması olanaksız. Biz de ilk çaldığımız yerden yeterince uzaklaşınca tekrar çalardık davulu.. Diğer bir önemsediğimiz ayrıntı, tokmağı var gücümüzle değil, daha nazik, estetik ve gürültülü değil, ritimli çalgı olarak özünü korumasını sağlayarak.
Sıra geldi emeğin karşılığını almaya..
Ramazanın son günü (arefe günü) herkes son iftarını açmak üzere evlerindeyken, iftardan iki saat önce güzergahımızı ilk kez davul çalarak gündüz gözüyle turlardık. Bunun anlamı; emeğimizin karşılığını, mahalle sakinlerinin takdir etmesi demek. Ancak buradaki hassas nokta şuydu: Hiç kimseden para istemezdik. Hiç bir apartmanın ziline "biz geldik" diye basmazdık. Tıpkı sahurda olduğu gibi maniler söyleyerek, fakat bu kez bayramı karşılayacak olmanın coşkusuyla davulu biraz daha eğlenceli çalarak. Yürümekte de acele etmezdik. Etrafımızı saran çocuklar da eğlenirlerdi bu ritüel sayesinde..
Bu durum tüm mahalle halkını pencerelere, balkonlara çıkarırdı. Herkesin yüzü gülüyordu. Her binadan adeta para yağardı yere düşen paraları toplamaya yetişemezdik. Çocuklar yardım ederdi. Kimse o paralardan çalıp kaçma fikrine sahip değildi.
Bu şenlik iftar saatine yakın sona erer, ahali evine çekilir, biz de bizim evde hasılatı sayar paylaşırdık. Bir giyim eksiğimiz varsa, ertesi gün gider alırdık. Olaya ticari değil eğlence olarak bakardık. Para hırsının adı geçmezdi.
Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum, üç arkadaş karar aldığımızı yazdım ama iki kişiden söz ettim. Üçüncü arkadaşımız bizden yaşça büyük olmasına rağmen, belden aşağısı felç olduğu için bizden çok genç gözükürdü. O bizi üç basamaklı evin önünde beklerdi. Bir yere götüreceksek, kucağımızda taşırdık O'nu.
Bir sonraki yıl davul çalmayı düşünmediğimiz halde, çevreden çok istek ve ısrar gelince bir kez daha yaptık bu işi ve bir daha da yapmadık. Sonrası bilindiği üzere, ülkede artan anarşi ortamı, kaos ve 1980 Eylül darbesi..
Davul çalma ritüelinin 1980'den günümüze olan bölümünden haftaya söz edeceğim.
Esenlikler!..
Haftaya: "Davulun Sesi Ticari"