Her günümüz sanatla iç içe..
35 yıl öncesine gidelim. Yıl 1988.. 80'li yıllar yani.. Daha özel televizyonlar, özel radyolar yaşamımızda yok iken.. Sadece TRT'nin üç kanalı olduğu günler. Gazete ve kitapların ön planda olduğu, okunduğu dönemler. Turizminin yoğun olduğu, istilanın olmadığı sakin günler..
Biz de sanatın içindeyiz ya.. Şair, yazar, felsefeci, ressam, karikatürcü, heykeltraş.. her sanat dalından insanlarla sık sık bir aradayız. Nerede mi? İçinden çokça sanatçı çıkmış olan Trabzon'da..
Her günümüz sanatla iç içeydi. Farklı mekanlar, sohbetler, bir araya gelmeler, üretimler, sanat-toplum üzerine tartışmalar, etkinlikler, vb.. Piyasada satılan az sayıda sanat yayınlarını edinmeye çalışarak bakış açımızı geniş tutmaya çalışırdık.
1. sayfa (ön kapak) (Desen: Bedri Rahmi EYÜBOĞLU - Etüt) |
Bildiklerimizi paylaşmak..
Ressam arkadaşımla bir gün fotokopi dergi çıkarma fikrimiz doğdu. Çünkü yerel basın da dahil, sanatta yeterince aradığımızı bulamıyorduk. Bizdeki birikimle sanatı desteklememiz gerekiyordu. Ya da diğer bir deyişle, öğrendiklerimizi özelimizde işleyip yeniden geliştirerek ve daha da ileri taşıyarak paylaşmaktı. Bunu da matbaa baskısı olarak karşılamamız olası değildi. Ancak A4 ölçüsünde fotokopiyle olabilirdi. Hem ucuza mal ederek hem de pratik ve istediğimiz zaman istediğimiz sayıda. Satış amaçlı da olmayacağına göre en uygun yöntemdi fotokopi.
O yıllar fotokopi makineleri ve fotokopici dükkanlarının yeri tazeydi yaşamımızda. Öyle renkli falan değil. Bildiğin siyah-beyaz. Tıpkı televizyonun ilk yıllarındaki gibi. Biz heyecanla hazırlıklara başladık. Aylık olarak çıkaracağımız derginin bu ilk sayısının içeriğini oluşturmak için - ve tabi ilk sayı olduğundan sanatsal anlamda bir ciddiyet ve üst nitelik olması gerekiyordu - en beğendiğimiz yazı, şiir, desen; en güncel haber ve konuları seçtik.
Kendi yöntemlerimizi uyguladık..
Yazıları yazabilmek için bulabildiğimiz bir daktilo işimizi gördü, ancak yazıları sayfadaki ölçüye uygun hazırlamak mümkün değildi. Gazete matbaacılığında bu işin adı "pikaj", bu işi yapana da "pikajör" deniliyordu. E, ben de yerel gazetelerde bu işi yaptığım için yol yöntem biliyordum. Fakat gazete sayfasındaki yerleştirmeler, var olan yazı makineleri ile ölçülü yapılıp, mumlama makinesiyle de yazı kağıdının arkası mumlanarak sayfaya yapıştırılıyor sonra filmi çekilmeye gidiyordu. Bizim çıkaracağımız dergimize göre daha profesyonel yöntemler söz konusuydu.
Biz kendi yöntemlerimizle, cetvelle, bazen göz kararı tahminle tutturmaya çalıştık ölçüleri. Sonra o yazıları kesip sayfadaki yerlerine yapıştırdık. Çizim, desen ve karikatürleri de tabi. Büyük olan her bir parçayı da ayrıca ölçüye göre küçülttük, yine fotokopicinin dükkanını aşındırarak.
Ortaya bir dergi çıktı fakat..
Bütün sayfalar bu şekilde tamamlanınca, el emeği ürünümüzü somut olarak elimize almak üzere tuttuk fotokopicinin yolunu. Dergimiz 20 sayfa. İlk baskıda (çekimde) en az 10 adet çoğaltmalıyız ki, önce yakın çevremize ulaştırıp, tanıtımı sağlayalım. Çoğaltıp, her bir dergi sayfalarının doğru sıralamasını da yaptık, Herhangi bir tutamaçla tutturulmadan iç içe geçen serbest yapraklar olarak dergiyi bütünledik. El çizimi olan başlığı her bir dergide tek tek boyadık. Bildiğin evrimleşerek renklendirdik dergiyi.
Siyah-beyaz fotokopinin yetersizliği nedeniyle, ortaya çıkan ürün matbaa baskısı gibi netlikte olmadı haliyle. Sığdırmak için zorunlu olarak gereğinden fazla küçülttüğümüz yazılar karardı. Okunmasında zorlama yarattı. Bazı renkli görseller de neredeyse sanatsal özelliğini yitirir oldu.
35 yıl fark rüya gibi..
Dergimsi dergiyi önce biz okuyucu gözüyle inceleyip okuduk. Hata ve eksiklerimizi belirlesek de, koşulları iyileştirmeden bir sonraki sayı için girişimde bulunmanın zaman kaybı ve gereksiz olduğunu düşündük. Bunun yerine, yerel gazetelerde çalıştığım sürece, sanat sayfası da hazırlamaya çalıştım.
Aradan geçen 35 yılda gelinen aşama, bizim yaşadığımızın bin kat ileri boyutlarına ulaştı şimdi. Aradaki bu fark rüya gibi bir şey. Yokluk ile varlığın aynı senaryodaki film olmuş hali.. Pikaj dediğim işi şimdi ben kendi web sayfamın pikajörü olarak yapıyorum. Anında dünya ile paylaşıyorum. Bu teknoloji ve iletişim çağında doğmuş olanlar, bizim birebir yaşadığımız rüyayı ancak böylesi yazıların satırlarında okuyup hayal etmeye çalışacaklar.
Mora dergimizdeki bazı şiir ve yazıları ayrı bölümler halinde daha sonra yayımlayacağım.
Derginin giriş yazısı:
"Merhaba
Bu ilk sayımızda karşınıza çıkarken Merhaba diyoruz. 'Dört dörtlük bir dergicilik yapacağız' iddiasında değiliz. O nedenle MORA'nın bu sayısını bir 'deneme sayısı' diye nitelendirebiliriz. Yaşama biçimimiz olan ve saygı duyduğumuz sanatı hafife almadan, çıkar gözetmeden yapabildiğimizin en iyisini yapmaya çalışacağız derken; bu konuda iddialı olduğumuzu belirtiyoruz.
Neden MORA?
Daha çok Karadeniz yöresinde bulunmakla birlikte, yurdumuzun bir çok yerinde, özel bakım görmeksizin kendiliğinden yetişmekte olan ve adına Böğürtlen dediğimiz yapraklı, dikenli bu bitkinin uzayıp giden incecik dalındaki, önce kırmızı sonra siyahımsı, bıraktığı lekenin mor oluşundan ileri gelen ve yöremizde kullanılan adıdır MORA:
Biz bu adı seçerken, kökü Karadeniz'de, dal-budakları yurdun dört bir yanında ve hala içimizde yaşayan Bedri Rahmi EYÜBOĞLU'nun çok sevdiği morları, tabloları yanında bu dergimizde de yaşatmak istedik.
Gelecek sayılarımızda sizlerin de katılımlarını bekliyor ve değişik orijinaliteliklerle karşınızda olmak umuduyla hoşça kalın diyoruz."
3. sayfa 4. sayfa
5. sayfa 6. sayfa
7. sayfa 8. sayfa
9. sayfa 10., 11. sayfa
12. sayfa 13. sayfa
14. sayfa 15. sayfa
16. sayfa 17. sayfa
18. sayfa 19 sayfa
20. sayfa (Desen: Adil SALİH - Etüt) |
Etiketler
Bedri Rahmi Eyüboğlu
Dergi
Desen
Fotokopi
Karikatür
Magazine
Resim
Sanat
Sanatçı
Şiir
Trabzon
Yayın